Şeyh Eyyüb, babası el Velüyül kâmil Eş Şeyh Ahmed El Çanevî’nin terbiyesi altında büyümüş, onun yanında tedrisat almış ve tasavvuf kültürünü daha genç yaşta ilk elden, yani baba ocağından almıştır. Efendinin yaşantısı yanında, dünyevi işlerini de çok iyi idare ettiği bilinmektedir. Şeyh Eyyüb Efendi 1885 yılında, babası Kadiri ve Halidi Şeyhi, Şeyh Ahmed’in ölümünün ardından, ailenin geleneği üzerine tasavvufun başına geçerek, hakka bağlı olarak şeriat düzenini devam ettirmiştir. Şeyh Efendi Bingöl’ün bütün aşiretleri üzerinde etkin bir mevkiye sahipti. Çevresi ve müritleri tarafından değeri bilinir ve hürmet görürdü.
Efendi’nin ilk döneminin bu şekilde bir hayli şöhretli geçtiği aşikârdır. Fakat daha sonrası 31 Mart vak’ası ile birlikte, Sultan ikinci Abdulhamid’in tahttan indirilmesi ve Selanik’te zindana atılması, kardeşleri Sultan Muhammed Reşad ve Sultan Vahdettin dönemi ve sonrasında Enver Paşa ve Talat Paşa’nın öncülüğünde, Osmanlı devletinin birinci dünya savaşına girmesiyle birlikte ülkece sıkıntılı bir döneme girilmişti. Ayrıca birinci dünya savaşında Doğu Ana Dolu’da, işgalci Ruslar’ın Erzurum, Kars, Van, Bitlis, Muş ve Bingöl’ün Ilıcalar ve Çobantaşı sınırına dayanması, iç ihtilaflar ve Osmanlı devletinin son dönemi Ermeni meselesi gibi sıkıntılar; Çan Şeyhleri ailesinin ve bütün Çapakçur halkını rahatsız ediyordu. O dönemlerde Şeyh Eyyüb Efendi, Çapakçur bölgesini İslam’ın şeriye hukukuyla idare ediyordu.
Büyüklerim tarafından anlatılan ve defalarca tekrar tekrar konuşulan bir hadiseyi dile getirmek isterim: Miladi tarih 1914 yılında bir akşam, yatsı vaktinde Çan köyü ahalisi, köyün üzerinde esrarengiz ışık hüzmeleri görürler ve gördükleri ışık hüzmelerinin, köyün tepesinde bulunan mezarlığa doğru ilerleyip orada kaybolduğunu izlerler. Evden camiye gelen Mürşüdi Kamil Şeyh Eyyüb Efendiye, büyük bir şaşkınlık ve tedirginlik içinde anlatırlar. O esnada köy ahalisi korku ve endişe içinde gözyaşı dökerek tekbir getirirler.
Şeyh Eyyüb Efendi Hz. ışıkların seyrini gördüğünde biraz düşündü ve dedi ki : “Yüce kuvvet âlemlerin Rabbi olan Allah’adır ve ona malumdur. Benim bildiğim şu ki görünen alamet acılı büyük bir vakanın habercisidir.” Şeyh Efendi hemen köyden iki süvariyi, Fahran nahiyesine acele gönderip, Nahiye Müdürü aile dostu ve amcazademız Şeyh Ali Efendi’nin kayını olan Tayip Ali Mütevelizade beye istirhamı dileğiyle Diyarbakır’a telgraf çektirir. Gelen cevap Şeyh Eyyüb Efendi’yi hayli üzecek bir haberdir.
Ermeni meselesi sonucu, Bitlis’in Şeyhleri başta Seyyid Ali Efendi ve biraderi Şeyh Bahaddin Efendi, ailemizin mensubu olan Karlıova’nın Kalencik köyünden Seyda Molla Selim’in 8 Mart 1914 yılında idam edildikleri haberi Şeyh Efendi’ye ulaşır. Görülen ışık hüzmeleri olayı sonrası, Şeyh Eyüb Efendiye ulaşan bu acılı haberin sonucu ve gidişatın ne kadar kötüye gittiğini gösterir. Ayrıca Bitlis’in Hizan şeyhlerinin, Çan Şeyhleriyle akrabalık bağları olduğu haberini bizlere vermektedir.
Şeyh Eyyüb Efendi Hazretleri; Miladi 1914 ve 1918 yılları arasında bölgenin Rus işgalinin altında olduğu dönemlerde, merkezi hükümete bir mektup yazarak: “Ya Çapakçur halkına savaş emri verin ya da göç etme izni verin” der. Bizlere şunu öğretiyor ki bu durum; büyük zatlar daima insanların şereflerini ve haysiyetlerini koruyan; ileriyi gören, saygın insanlardır. Aktaran: Aile büyükleridir.
Düşman Rus ordusu, Çapağçurun cehennem deresi Çobantaşı (Seğe) köyüne kadar iner. Bu işgale karşı başta Şeyh Eyyüb Efendi ve bölgenin ileri gelenlerinden, Arif Mütevelizade bey ve Ilıcalar nahiyesi müdürü Ali Tayyip Mütevelizade bey ile Çapakçurun 13 aşiret reisi ile beraber, Çan Köyünün Masala deresi yol güzergâhı üzerinde, cihadın farz olduğu anlayışıyla gönüllü milis kuvvetleri kurmuşlardır.
Milis güçlerin maddi ihtiyaçları, Çapağçurun bütün aşiretleri arasında dayanışma ile karşılanır. Şeyh Eyyüb Efendi; bu hazırlığın, yanı sıra her türlü meseleye öncülük eden, akil insanlarla istişare içinde olmuştur. 1916 yılında, ikinci ordu 100 bin askeri kuvvetle Bingöl’de kuruldu. Ordu, Ahmet İzzet Paşa komutasında oluşturuldu. Yaklaşık 3 bin kişilik mevcut askeri kuvveti olan 8’ ci alay, masala deresine inip milis kuvvetlerine katılmıştır. Aldığım bilgilere istinaden, 1916 yılında Çapakçura inen ilk (600 yüz) Rus kuvvetine karşı büyük bir başarı elde edilmiştir. Rus askerlerine büyük bir zaiyat verilmiş ve düşman geri püskürtülmüştür. Bölge halkı ile seferberlik savaşı hakkında yaptığım araştırmada, Ilıcalar Nahiyesi Yenibaşlar (Alikirak) köyünde bir asır ömür yaşayan, Şehid Halil Efendi’nin oğlu, Hacı Eşref Efendiyle yaptığım sohbette; bizlere savaşın vehametini ve yaşananları şöyle anlatmıştır: Şeyh Eyüp Efendi hakkındaki sözlerini kendinden eksiksiz nakil ediyorum:
“Birinci dünya savaşında, düşman Rus ordusu köyümüz hududuna inerken, bizler Çan köyüne gitmek zorunda kaldık. Babam şehid düştü. Benim yaşım 16 idi. Çan köyü dolup taşmıştı. Çan Şeyhlerimiz başta Şeyh Eyüp Efendi olmak üzere, halka kucak açmış ve insanlara nasihatlerle birlikte, tesellide bulunuyordu. Üzülmeyin olanlar bir imtihandır. Yüce Allah’ın kuvvetiyle inşallah zafer biz Müslümanların olacaktır. Hiç merak etmeyiniz, şimdi bizler hükümetten gelecek haberi bekliyoruz hazırlıklı olalım her şey olabilir” diye tekrar tekrar söylerdi.
Hacı Eşref Efendi’nin bu sözleri o yılların zorluklarını gözler önüne sermektedir. Hacı Eşref Efendi sözlerini şu cümlelerle tamamladı: “Ben çok insan gördüm ama Şeyh Eyüb Efendi gibi imanlı, akıllı, cesur olan bir insan görmedim.” Sonuçta Şeyh Eyüb’ün umduğu gibi çıktı 4 sene zarfında İslam toprağını işgal eden düşman Rus ordusu, 30 bin kayıp vererek yenilgiye uğradı ve geriye çekilmek zorunda kaldı. “Sonra bizler savaş mahalline gittik, oradaki olup bitenleri yerinde görmek istedik.” Hacı Eşref Efendi 1902 yılında doğmuş, 2000 yılında vefat etmiştır. Yüce Allah’ın rahmeti ve mağfireti kendisine ve onun bütün evlatlarına olsun. Kişi sevdiği ile beraberdir.
Konumuz olan birinci dünya savaşı hakkında, Hacı Eşrefin yakın akrabası Yenibaşlar köyünden. Mola Ali Efendi, Bölgenin değişik yerlerinde medreselerde klasik Arapça dili, fıkıh, usulul fıkıh, mantık ilimleri, hadis ve tefsir ilimleri tedrisatını görmüştür. Haci İbrahimin oğlu Molla Ali Kızılboğa’nın doğ. 1947 dir. Hocamızdan aldığım bilgilere istinaden; 1916-1918 yıllarında, birinci dünya harbindeki Rus savaşında Muş İlinde amcazadelerime bir mevzide isabet eden havan topu sonucu şehid düşenlerin isimleri şöyledir:
1-Haci Selim oğlu Halil Kızılboğa
2-Ahmet oğlu Hasan
3-Eshed oğlu Ahmet
4-Halil oğlu Ahmet
5-Mahmut oğlu Ali
Allah’ın rahmeti kendilerine ve bütün varislerine olsun âmin.
Ayrıca Hacı Eşref Efendi’nin oğlu 1952 doğumlu Hacı Ahmet Kızılboğa beyden aldığım bilgilere istinaden, Ruslara karşı yapılan savaşta şehid olanların isimlerini doğrulamıştır. ayrıca şehidlerimizin yanı başında olan, kendilerine sahıp çıkan ve olayı aydınlatan alim Şeyh Mustafa Efendi kuddise sirruh. Haci Ahmed beyin bu sözleri bizlere haberin doğru olduğunu serdetmektedir. Allah Molla Aliden ve Hacı Ahmed’den razı olsun. Kişi sevdiği ile beraberdir (El Hadisi Şerif).
Birinci dünya savaşında bölgemizde şehid düşen çok kişi olmuştur. Bu şehid düşenlerin bazılarının kabri, Çan köyü yaylası, kırmızı toprak mevkisin de medfundur.
Nakşibendi Şeyhi Şeyh Eyyüb el-Çani amcamızın ilme ve tedrisata çok önem verdiğini babam sürekli anlatırdı. Seyyid Ahmed ceddimizin şer’î medresesinde büyük âlim ve müftü Şeyh İbrahim Efendi’nin büyük bir aşkla çalıştığını, hiç kimseden maddi yardım almadan, efendi ailesiyle birlikte, kendi imkânlarıyla ve hali vakti iyi olan köy sakinleriyle beraber birçok talebeleri yetiştiren ve medresede tedrisat gören birçok talebesinin olduğu bilinmektedir.
Bu durum 1923 sonrası cumhuriyetin ikinci başbakanı olan, Ali Fethi Okyar Bey, Cumhurun Başkanı Kemal Atatürk tarafından görevinden alınması ve onun yerine İsmet İnönü’yü Başbakanlığa ataması ve kurulan yeni yönetimin meclisten çıkarttığı yeni kanunlar ve aldıkları katı kararlara kadar sürdürülegelmiştir. Yeni Başbakan’ın ve yeni meclisin hızlı bir şekilde, 1923 sonrasında toplumun özellikle dindar kesimine karşı çıkarılan bazı kanunlarla birlikte çok zorlu bir döneme girilmiştir.
Yönetimin bu dönemde çıkarmış olduğu, Tevhid-i Tedrisat Kanunu, Millet Meclisinden 3 Mart 1924 tarihinde ve 430 kanun numarası ile kabul edilmiştir. Ülkedeki bütün Şeriye ve Evkaf Vekâleti’nin kaldırılması hakkındaki kanunla aynı gün çıkarılmıştır. Tevhid-i Tedrisat Kanunu ile medrese tekke ve zaviyelerin kapatılması ayrıca dinsel olduğu düşünülen Osmanlıca harflerin kaldırılması, harf devriminin yapılması, kılık kıyafet gibi diğer devrimlerin gerçekleşmesi için yeni bir alt yapıyı oluşturmuştur. O dönemde bu katı kanunlara uymayan, karşı çıkanların Takriri Sükûn kanunu adı altındaki cezayı müeyidesi ise idam ile sonuçlanmaktaydı.
Dolayısıyla çıkan kanunların hemen akabinde; tüm medreselerin, dergâhların, vakıfların mallarına hükümet el koymuş ve kapılarına kilit vurmuştur. Ve daha sonra 1925 yılında Şubat ayının başında, Halidi Tarikatı Şeyhi, Şeyh Şait Efendi’nin kıyam hârekatı başlar, bunun üzerine merkezi hükümet doğuda sıkıyönetim ilân etmiştir. Kurulan yeni hükümetin Başbakanı İsmet İnönü, acele hareket ederek 3 Mart tarihte ilk hükümeti kurar. Yeni Kurulan hükümet Cumhurun başı olan Kemal Paşadan aldığı onaydan hemen sonra, ilk iş olarak Takrir-i Sükûn Kanunu çıkartır. Bu kanuna karşı çıkanlar, bunu kabul etmeyenler veya protesto edenler, yargısız cezalarla istiklal mahkemesi adı altında idam olacakları ile ilgili yasalaştırılmıştır.
Amaç devrim yasalarına karşı direnecek olanları idam etmekle korkutmak ve boyunlarını büktürmekti. Aldığım bilgiler neticesinde yapılan bu haksızlığa karşı çıktıkları söylenen Çan Şeyhleri, boyunlarını bükmediler ve dayatılan bu büyük haksızlığa karşı direndiler. İlme ve tedrisata devam ettiler. Şeyh Ahmed Çanevî’nin ailesi, haksızlığa karşı direnmenin Allah katında önemli olduğunun bilinci içinde ve İslam’ı şiarı, onların hareket noktası olmuştur.
Haksızlığa karşı durmak insanın şerefi ve onurudur. Şeyh Ahmed ailesi, tedrisat ve ulema yetiştirmek için, bir müddet aile dostu olan Faki Mahmut ve oğlu Hacı Tahir Efendilerin evlerini medrese olarak kullanmışlardır. Bu kutlu medresede bir müddet gizlice tedrisata devam etmişlerdir. Allah teala Faki Ahmet ve ailesinden razı olsun, kişi sevdiği ile beraberdir.
Sonuç itibariyle o zorlu dönemde, her şeyi göze alarak bu büyük hizmeti, bu kutlu davayı sürdürmeye devam eden tasavvuf şeyhleridir. Ailenin büyüklerinden bizlere intikal eden bilgilere göre, hükümetin mecliste çıkarttığı 3 Mart 1924 tarihli meclis kararlarının hemen arkasından, Nisan ayında Muş’un Varto ilçesinde, Kürt aşiretlerinin yaptıkları toplantının akabinde, üç atlı süvari Bingöl’ün Çan köyüne, Şeyh Eyyüb Efendi’ye gizlice gelirler.
Süvariler Şeyh Eyyüp Efendiye; Toplantıya başkanlık eden ve aynı zamanda Şeyh Eyyüp Efendi’nin eniştesi olan, dava adamı Âlim Şeyh Said Efendi; Kör Hüseyin Paşa’nın ailesi ve ona bağlı olan Kürt aşiretlerin reisleri ayrıca Şeyh Said’in kayını olan Halid Bey’in ailesi adına yazılmış, ortak bir kararın kaleme alındığı bir mektubu verirler.
Şeyh Eyyüb Efendi mektubu açıp okuduktan sonra mektubun altına şöyle yazar: “Ben Şeyh Ahmed Efendinin oğlu Eyyüb, aldığınız bu karara katılmam mümkün değildir. Ben buna teşebbüs dahi edemem.” Bunun üzerine, yazılan cevap mektubunu alan üç süvari, hemen acele geri dönerler. Rivayete göre; Şeyh Eyyüb Efendi, yanında hazır bulunan cemaate şöyle der: “Ben bunu sizlere daha önce de demiştim. Halkın ekseriyeti olup bitenden haberdar değil. Merkezi Hükümetin aldığı bu kararları kabul etmek, bunları tasvip etmek, katılmak asla mümkün değildir. Bunun için ya halkın desteği yada güçlü bir ordu gerekir.”
Şeyh Eyyüp Efendi Hz. devamında cemaate şöyle hitap eder: “Hükümete karşı bir hükümet lazımdır. Ben şu durumda hükümete karşı nasıl savaşırım.” sözleriyle bitirir. Bu zorlu sürecin yaşandığı dönemde, Şeyh Eyyüb Efendi 1924 yılının son baharında vefat etmiştir. Ve ilahi takdir Şeyh Eyüb’ün vefatından 3 ay sonra, 1925 yılında Seyid Ahmedi Çanevî ailesi, Çewlik harekâtı diye de bilinen harekâtın içine çekilmiştir.
Osmanlı devleti altı asırlık bir geleneği olan ve bu gelenek ile yaklaşık (50) İslam devletine öncülük etmiş; hiç kimsenin diline, dinine, örf ve âdetlerine, mezhebine, tarikatına, hiç kimsenin giyim, kuşamına karışmamıştır. Ve onlarla birlikte hüküm sürdüğü yıllar boyunca, birlik ve kardeşlik içinde (bölge halkları ile) İslam’a ve mukaddes davaya hizmet etmiştir. Görülen o ki Şeyh Eyüp Efendi, bu geleneğe bağlı olarak hayatı boyunca mürevveh bir hayat yaşamıştır. Dolayısıyla bu geleneğin bozulmamasını istemiştir diye düşünmekteyim.
Ancak Şeyh Eyyüb Efendi hayattayken; gerek Şeri’ye ve hilafetin kaldırılmasına gerek Tekke ve Medreselerin kapılarına kilit vurulmasına asla rıza göstermemiştir. Meseleyi ileri bir zamana bırakmayı daha uygun görmüştür. Halk’ın olup bitenden tam olarak haberdar olmasını beklemeyi uygun görmüştür. O dönem incelendiğinde haber alma konusunda halkın ciddi sorunları olduğu anlaşılmaktadır. Çünkü 20 (yirmi) günde bir, islami konularda halkı bilgilendiren yazarlardan; Merhum Mehmet Akif Ersoy ve Vali Ali Hamza beyden, Sebilüreşad gazetesi gelirmiş. Gelen gazeteler de sınırlı sayıda insana ulaşırdı. İlerleyen dönemde bu gazete de yasaklanmıştır. Şeyh Eyüb Efendi’nin meseleye daha geniş bir perspektifle baktığı anlaşılmaktadır.
Şeyh Eyyüp Efendinin; hem salih hem çok zeki, muttaki, dinin ameli yönünü önemseyen, çok ibadet eden bir zat olduğunu, babam Şeyh Fahreddin ve aile büyüklerimiz bizlere anlatırlardı. Ve şöyle derlerdi: “Seyyid Ahmed Efendi’nin halifesi ve ilim insanı Şeyh Eyyüb Efendi, bölgede sözü geçen önemli bir makama sahipti. Öyle ki bölge halkı, sorunlarına çözüm aramak için ilk olarak Şeyh Eyyüb Efendi’ye başvururlardı. Şeyh Ahmed Efendi ailesi bu konuda halkına çok hizmet etmiştir.”
Şeyh Eyyüb’ün en büyük oğlu, Şeyh Zülküf Efendi’nin doğum tarihi 1890 yılıdır. Vefat tarihi ise 1964 yılıdır. Şeyh Zülküf Efendi; tasavvuf kültürüyle büyümüş, Seyyid Ahmed Efendi külliyesinde terbiye olmuş; mütevazı, seğaveti ile tanınmış, cömert, sosyal bir insandı. Şeyh Zülküf Efendi hakkında yaptığım araştırmamda, 1925 yılının Mart ayında, Çan köyüne yapılan ilk operasyonda, gözaltına alındığı ve ciddi derecede şiddete maruz kaldığı bilgisine ulaştım.
Askeri Komutan Şeyh Zülküf efendi’ye: “Seni ancak, amcan Şeyh Hasan teslim olursa bırakırız.” diyerek tutsak etmiştir. Şeyh Zülküf Efendi, askerlerce bir müddet dağlarda gezdirilip daha sonra hapse atılır. Elbette ki şefkatli ve merhametli olan amca Şeyh Hasan Efendi, henüz genç yaşında olan biraderini serbest bıraktıracaktı. Ve öyle de olur. Genç Şeyh Zülkif Efendi serbest kalır. Akabinde ailesiyle birlikte altı yıl boyunca, İzmir ili Urla ilçesinde, sürgün hayatı yaşamıştır. Memlekete geri dönüşünde, sadece geride bıraktığı boş ve harabeye dönmüş olan evinde yeni bir hayata başlar. Kader böyle tecelli etmiştir.
Amcamız Şeyh Zülküf Efendi bir evlilik yapmıştır. Hanımı, amcası Şeyh Mustafa Efendi’nin kızı (fakirlerin anası olan); saliha ve mümine olan Nesife hanımdır. Yapılan evlilikten üç hanım kızı ve beş erkek evladı dünyaya gelmiştir. En büyük genç oğlu, Şeyh Mehdi Efendi askerliğini bitirdikten sonra eve dönüş yolunda vefat etmiştir. Allah onu şehitler kervanına dâhil etsin inşallah. İkinci oğlu Şeyh Eyyüb Efendi’dir. Kendisi çok dinine bağlı bir insan idi. Ailesini çok severdi. Şeyh Eyyüb Efendi’nin vefatı 1992 yılıdır.
Şeyh Eyyüb Efendi’nin oğlu, Şeyh Muhammed Efendi hocamızın ölüm olayı, Seyyid Şeyh Ahmed Efendi ailesini derin üzüntüye boğmuştur. Bunu yapan katilleri Allah’a havale ediyoruz. Günü geldiğinde zalimler yaptıkları zulmün hesabını Allah’a c.c. mutlaka verecektir. Allah’ın merhameti ve şefkati Şeyh Zülküf Efendi’nin bütün varislerine olsun. Babam Şeyh Zülküf Efendi’nin büyük bir şahsiyet olduğunu söylerdi. Şeyh Ahmed Efendi ailesi Şeyh Zülküf Efendiyi, Halife Şeyh Eyyütb Efendi’nin yerinde görür ve sayarlardı. Şeyh Zülküf Efendi’nin sosyal yönüne dikkat çekmek için onun bir hatırasını aktarmak isterim.
Hacı Sait Eyüpkoca’nın oğlu Hacı Selim anlatıyor: “Evlendim babamın evinden kış ortasında ayrıldım, evimde hiçbir şey yoktu, çok üzgündüm. Ertesi gün camiye gittim, Şeyh Zülküf Efendi beni yanına çağırdı. Kulağıma iki çuval ve bir kızakla akşam evine gitmemi istedi. Akşam olunca bana söylediği gibi onlara gittim. Şeyh Zülküf Efendi, bana dört ölçek buğday verdi; ancak bana verdiği en kıymetli şey nasihatıydı.” Şeyh Efendi nasihatında bana şöyle dedi: “Komşularına yardım et, bu dünyada da faydasını görürsün. Hem de dualarını almış olursun ve unutma ki Rezzak olan Allah’tır.” Hacı Selim, Şeyh Zülküf Efendi’nin nasihatini aynen hayatına geçiriyor.
Şeyh Zülküf Efendi’nin oğlu Şeyh Abdurrahim; Klasik Arapça dili, Kuranı Kerim, fıkıh, hadis ilmi, mantık ilmi ve usulul fıkhı okumuş; Arapça, Farsça, Kürtçe, Zazaca ve Türkçe dillerini bilen, ilmiyle âlim bir zat idi. Kendisi Hınıs’ta, Seyda Şeyh Ali Rıza Fırat Efendi’nin yanında tedrisat almıştır. Medrese mezunu bir alimdi. Vefatı miladi 2000 yılıdır. Allah’ın rahmeti kendisine olsun.
Ben aciz Diyadin, Şeyh Zülküf amcamızın oğlu Şeyh Abdurrahim Efendi’ye dedim ki: “Siz çok iyi bir âlimsiniz. Babanız Şeyh Zülküf Efendi sizi okuttu, yakılan, yıkılan medreseyi yeniden inşa etti. Peki, siz neden tedrisata devam etmediniz?” Ailemizin geneli benim gibi, Şeyh Abdurrahim Efendi’nin köyde böyle bir hizmetinin olmasını temenni ederdi.
Seyda ise bu temenni dolu soruma karşılık şu cevabı verdi: “Çan’ın tarihi bir geçmişi vardır. İslam davasına hizmet ile süslü bir sicili vardır ve bu sicili halen tazeliğini korumaktadır. Bunu anlamayanlar olabilir fakat gerçek böyledir. Lakin hükümet bu bölgede bir hafta dahi tedrisata müsaade etmez. Bu baskılı ve zorlu süreç bir müddet daha devam edecektir ta ki yeni hükümetler kurulup, yeni kanunlar çıkıncaya dek.” Dönemin şartları göz önüne bulundurursak, Şeyh Abdurrahim Efendi’ye katılmamak mümkün değildir. Yorumlarsak birçok şeyi ifade edebiliriz.
Seyda Şeyh Abdurrahim Efendi’nin ablası Aişete Hanım, Şeyh Said Efendi’nin oğlu Seyda Şeyh Ali Rıza Fırat Efendi’nin Hanımıydı. Şeyh Abdurrahim, Şeyh Ali Riza Efendi’nin yanında ve evinde ilmini tamamlamış, Efendiden icazet alan büyük âlimlerden birisiydi. Allahın Rahmeti Şeyh Ali Rıza Efendi ve bütün evlatlarına olsun. Şeyh Zülküf Efendi’nin, vefat etmiş olan bütün aile üyeleri, Seyyid Ahmed Efendi aile mezarlığına defnedilmiştir. Allah’ın merhameti Şeyh Zülküf Efendi’ye ve bütün evlatlarının üzerine olsun. Rabbim mekânlarını cennet-i ala etsin. Âmin.
Şeyh Eyyüb Efendi’nin ikinci oğlu Şeyh Sadin Efendi; salih, dini ameliyle yaşayan, sosyal yönü güçlü olan, mübarek bir zattı. Kendisi bir evlilik yapmış, hanımı Hınıs Şeyhlerinden, meşhur Şeyh Said Efendi’nin kızı Fahite hanımdır. Bu evlilikten bir tek kızı vardır. O da Hayriye Hanım’dır. Efendi’nin doğumu 1896 vefatı ise 1954 yılıdır. Allah’ın merhameti kendisine ve ailesinin üzerine olsun. Âmin.
تفكرت في حشري ويوم قيامتى * واصباح خدي فى المقابرثاويا
فردا وحيدا بعد عز ورفعة * رهينا بجرمي والتراب وساديا
تفكرت في طول الحساب وعرضه * وذل مقامى حين اعطى كتابيا
ولكن رجائي فيك ربي وخالقي * بانك تعفو ياالهى مساويا
Açıklaması: “Kıyamet gününde mezarlarda sıkışmayı düşündüm. Suçuma, tozuma ve sadizmime bağlı onur ve yükselişten sonra görülen hesabın uzunluğunu ve genişliğini düşündüm ve yazılı olarak verildiğinde konumumu küçük düşürdüm. Ama Yüce Rabbimden hep umutluyum. Rabbime yalvararak, boyun bükerek, gözyaşı dökerek diyorum ki: Ey büyük Rabbim! Yaratıcım sensin. Günahlarımı affet. Ya Rabbim kalbim sertleştiğinde, ruhum daraldığında, bana yardım et. Senden umudumu asla kesmedim ve kesmem de. Bağışlamanla ilişkilendirdim, baktım günahlarım arttı. Rabbim günahlarımı bağışla. Bağışlaman ve affetmen günahlarımdan daha büyüktür.”
“Yüce Allahım senin kapına geldim, senden af diliyorum Sen yücelerin yücesisin. Sen tövbeleri kabul eden Tevvab’sın, Gafursun ve Rahimsin. Af etmek ve bağışlamak senin yüce şanındandır. Ey Rahman ve Rahim olan Rabbim beni kendi rahmetinle yargıla.” Âmin. Ebu Ali ed-Dekkik hazretleri.
Kendisi şöyle anlatıyor: “Hasta olan salih bir dostumu ziyaret etmeye gittim. Zat büyük bir şeyh idi. Zatın etrafını talebeleri çevirmiş ağlıyorlardı. Ben kendisine dedim ki: “Şeyh Efendi hazretleri. Yoksa siz yaşanan şu fani dünya için mi ağlıyorsunuz?” Şeyh Efendi de cevaben: “Hayır kardeşim, ben namazlarım ve ibadetlerim içinde olan gafletlere ağlıyorum.” Söyledikten sonra, bizlere yukarıdaki insanların ruhuna gıda veren şiiri okudu. Allah’ın rahmeti ve merhameti kendisine olsun. Âmin.
Görülen bu hakikatleri Rabbimiz şöyle ifade ediyor. “Allahın kulları içinde. O’ndan hakkıyla korkanlar âlimlerdir.” Peygamber Efendimiz (s.a.v) buyurdu: “Allahı en çok tanıyanınız. Allah’tan en çok korkanınızdır.”
Yazar: Diyaddin Korkutata