Şeyh İbrahim Efendi, Resulullah (s.a.v.) Efendimizin gönül âleminden nasiplenmiş, yüzyıllardır süregelen irşad nuruna varis olmuş büyük bir mutasavvıftır. Üstelik, bu nispet yalnızca manevi değil; aynı zamanda Efendimiz’in (s.a.v.) pak nesebinden olduğu da gerek Osmanlı arşivleri gerekse aile büyüklerimizden tevarüs eden bilgilerle bilinmektedir.
Çapakçur’un (Bingöl) Çan Köyü’nde ailemizin en büyük dedesi olan Seyyid İbrahim bin Şeyh Tahir bin Şeyh Kasım Kuddise Sirruh Hazretleri, tasavvuf ehli büyük bir zattır. İlk hizmetini, Miladi 1705 yılında Yukarı Çan Köyü’nde Osmanlı İslam vakfından faydalanarak inşa ettiği cami ve medrese ile gerçekleştirmiştir.
Bu vesileyle Çan Köyü, çevrede bir merkez haline gelmiş; halkı fıkhi açıdan aydınlatma görevini başarıyla üstlenmiştir. Şeyh İbrahim Efendi hem âlim hem de tarikat şeyhidir. Bu ilim ve tasavvuf geleneği, 16. yüzyıldan itibaren babadan oğula intikal etmiş; 1925’teki şeyhler kıyamından sonra etkisi azalmış olsa da aile içerisinde aşk ve muhabbetle yaşamaya devam etmektedir.
Tasavvuf Şeyhi İbrahim Efendi’nin vefatı Hicrî 1160, Miladi 1741 yılıdır. Kabri, Yukarı Çan Köyü’nün içindeki mezarlıkta yer almakta ve taşlarla çevrilidir. Başucunda yazılı bir mezar taşı bulunmaktadır.
Şeyh İbrahim Efendi Hazretleri, arif, âlim, Şafiî mezhebine bağlı, Eş'arî akidesinde Ehli Sünnet ve’l-Cemaat anlayışına sahip bir mürşid-i kâmildir. Aynı zamanda Kadiri Tarikatı’na hizmet etmiş, ilmiyle âmil bir zat olarak Çan meşayihleri arasında önemli bir yer edinmiştir.
Bu kâmil mürşidlerin hayatlarına bakıldığında, mal ve mülke değer vermedikleri; zühd ve takva içinde yaşadıkları görülür. Zamanında büyük şöhret sahibi olmalarına rağmen, dünyevî hiçbir şeye meyletmemişlerdir.
Burada tasavvufa dair bir parantez açacak olursak; İmam Gazalî Kuddise Sirruh Hazretleri, dönemin ilim merkezi Bağdat’taki Nizamiye Medresesi’nde rektörlük yapmış, yüzlerce âlim yetiştirmiştir. Fakat ilimde zirveye ulaşmasına rağmen gönlündeki boşluğu dolduramamış ve hakikati tasavvufta bulmuştur. Şöyle der:
“Sûfiler gerçekten Allah yolunu bulan kişilerdir. Gidişleri en güzel gidiş, yolları en doğru yol, ahlâkları en temiz ahlâktır.”
Aynı şekilde, İbn Hacer Heytemî Hazretleri de tasavvuf yoluna intisap etmiş, şeriatı ağaca, tasavvufu ise meyvesine benzetmiştir. İhlasın, ancak şeriat kurallarına sıkı sıkıya bağlı kalmakla elde edilebileceğini vurgulamıştır. Seyyid Abdulkadir Hazretleri de şöyle buyurur:
“Aklın başında olsaydı, Allah’ın salih kullarına gider, sözlerinden ve hâllerinden terbiye alırdın.”
Şeyh İbrahim Efendi’nin Ilıcalar (eski adıyla Kamuşlu) köyünden Çan’a gelişi hakkında babam Şeyh Fahrettin Efendi ve diğer aile büyüklerinden bize aktarılan rivayet şöyledir:
Efendimizin hanımı, evin kilerinde garip bir varlık (cin) görmüş ve korkudan bayılmıştır. Durumu öğrenen Şeyh İbrahim Efendi hemen eve dönmüş, hanımının perişan halini görünce onu teselli etmeye çalışmıştır. Ayıldıktan sonra hanımı şöyle demiştir:
“Vallahi ben bu köyde artık kalamam, burası benim için bitti.”
O gece Şeyh İbrahim Efendi, rüyasında babasını görmüş ve babası ona Çan’a gitmesini söylemiştir. Bu olaydan sonra aile, Çan’a yerleşmiş ve orada hizmet etmeye başlamıştır.
Çan Şeyhleri'nin hayatlarını inceledikçe onları daha yakından tanıma fırsatı buluyoruz. Bu aile, İslamî şiarı yaşatmayı, Kur’an ve Sünnet’i rehber edinmeyi ilke edinmiş; dört asır boyunca Çapakçur halkına irşad hizmetinde bulunmuştur.